Türkiye’nin En Doğu Noktası Neresi? Kelimelerin Ufkundan Bir Edebiyat Yolculuğu
Kelimelerin bir yönü vardır. Kimi kelimeler doğuya doğrudur — tıpkı güneşin doğduğu gibi, tıpkı hikâyelerin başladığı gibi. Bir edebiyatçı olarak her zaman anlatıların yön duygusuna inanırım. Her metin bir yere gider; bazen geçmişe, bazen kalbe, bazen de haritada kimsenin işaretlemediği bir doğuya.
“Türkiye’nin en doğu noktası neresi?” diye sorulduğunda, cevap yalnızca Dilucu Sınır Kapısı ya da Iğdır’ın Aralık ilçesi değildir. Bu soru, aynı zamanda “sözcüklerin başladığı yer neresi?” demektir. Çünkü doğu, yalnızca bir coğrafya değil; bir başlangıç metaforudur. Güneşin ilk ışığı gibi, kelimelerin ilk anlamı da doğudan yükselir.
—
Doğunun Işığında Edebiyatın Başlangıcı
Edebiyat tarihinde doğu, daima anlatının doğum yeridir. Mezopotamya destanları, Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışı, ya da Yusuf ile Züleyha hikâyeleri hep doğudan yükselmiştir. Türkiye’nin en doğu noktası olan Aralık, coğrafi olarak bu geleneğin sessiz devamıdır: güneşin doğduğu, kelimenin ışıkla buluştuğu sınır.
Bu bölgeye edebi bir gözle baktığımızda, doğu yönünün anlamı genişler. Doğu, başlangıcın şiiridir.
Bir romancı için “doğu”, hikâyenin ilk cümlesidir.
Bir şair için “doğu”, sesin ilk titreşimidir.
Bir denemeci içinse “doğu”, düşüncenin ilk yankısıdır.
—
Karakterlerin Doğusunda: Edebiyatta Yönün Anlamı
Edebiyatta karakterler de tıpkı insanlar gibi yön arar. Kimileri batıya, yani sona, bitişe; kimileri doğuya, yani yeniliğe yönelir. Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sında Raif Efendi’nin iç yolculuğu, bir anlamda batıdan doğuya dönen bir ruhtur: kalabalıklardan içe, yüzeyden derine.
Doğu, içe dönüşün yönüdür.
Bu yüzden Türkiye’nin en doğu noktası yalnızca haritada değil, ruhun haritasında da “başlangıç” olarak işaretlenir.
Doğuya yürüyen her karakter, aslında kendine yürür. Yaşar Kemal’in romanlarında Toroslardan doğuya bakan köylüler, yalnızca toprağa değil, kendi kaderlerine de bakarlar. Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”ında doğu-batı çatışması, kimlik arayışının metaforuna dönüşür.
Ve biz okurlar, bu metinlerde kendi iç doğumlarımızı hissederiz.
—
Doğu Bir Sınır Değil, Bir Ufuktur
Coğrafi olarak Türkiye’nin en doğusu, Aralık ilçesinin Dilucu köyüdür; Aras Nehri’nin kıyısında, Azerbaycan sınırında, güneşin ilk vurduğu noktada. Ama edebiyat açısından bu yer, sınır değil, ufuk çizgisidir.
Edebiyat, bu ufukta doğar — bir cümlenin sınırını aşar, bir duygunun ötesine geçer, bir ulusun dilinden insanlığın kalbine ulaşır.
Bir düşünün:
Edebiyatın “doğu noktası” sizin için neresi olurdu?
Bir çocukluk anısı mı?
Bir ilk aşk mı?
Yoksa unutulmuş bir defterdeki ilk cümle mi?
Doğu, yalnızca güneşin yükseldiği yer değil; hafızanın yeniden doğduğu yerdir.
—
Kelimelerin Coğrafyası: Edebiyatın Doğuya Yönü
Edebiyat coğrafyayı dönüştürür. Bir yazarın kaleminde dağlar sembole, nehirler duygulara, doğu ufku ise umuda dönüşür. Ahmet Hamdi Tanpınar “doğu”yu zamanın şiirsel bir akışı olarak işler; “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında” derken aslında yönsüzlüğün içinde yön arar.
Doğu, bu anlamda bir varoluş yönüdür.
Yazar için kalemin, okur için anlamın, karakter için kaderin yönüdür.
Edebiyatın doğusu, her kelimenin içinde saklı bir başlangıçtır — yazılmayı bekleyen, söylenmemiş bir cümle.
—
Sonuç: Doğuya Bakan Cümleler
“Türkiye’nin en doğu noktası neresi?” diye sorulduğunda, cevabı yalnızca atlaslarda değil, romanlarda, şiirlerde ve anılarda aramak gerekir.
Doğu, bir harita yönü olmaktan çok, kelimelerin yeniden doğduğu yerdir.
Doğuya bakmak, kelimenin köküne inmektir.
Belki de her yazar, her okur, her insan biraz “doğuya dönük” yaşar. Çünkü içimizde hep yeniden başlamak isteyen bir taraf vardır.
Senin içsel doğun neresi?
Hangi kelimeyle yeniden başlıyorsun?
Yorumlarda kendi edebi doğunu bizimle paylaş — belki de yeni bir hikâye oradan doğar.